Showing posts with label kitap eleştiri. Show all posts
Showing posts with label kitap eleştiri. Show all posts

'Veletler' büyüyünce...

4.17.2012

Bu kitabı Şubat ayında okumuştum ve o zamandan beri ara ara düşünüyorum hakkında neler söyleyebileceğimi. Beni düş kırıklığına uğrattı açıkçası. Belki de çok büyük bir heyecanla okumaya başladığım içindir, bilemiyorum. 

Imperial Bedrooms (imparatorlara yakışır yatak odaları) kitabının karakterleri, yazar Bret Easton Ellis'in Sıfırdan Az isimli romanının karakterleri. Imperial Bedrooms, Sıfırdan Az'dan 25 yıl sonra geçiyor ve yine aynı karakterlerin hayatlarını takip ediyor. Abartı hareketleri 25 yıl öncesi için iyiydi ama bu sefer olmamış ya. Kitabı okurken çoğu zaman 'yooook artık!' diye isyan ederken buldum kendimi. Sıfırdan Az'la ilgili yazımı buradan okuyabilirsiniz.

Yazarı sevdiğim için daha fazla kötü şey söylemek istemiyorum. O yüzden iyilere geçelim: özellikle hiç bir Bret Easton Ellis romanı okumadıysanız bunu boşverin. Türkçe'ye çevirme zahmetine de girmemişler zaten. Bence siz ya Sıfırdan Az, ya da filmi de çok sevilen Amerikan Sapığı'ndan başlayın. Ellis'in insanı hem rahatsız eden, hem de gözlerini sayfalardan ayırmasına izin vermeyen, sürükleyici anlatımı bu asıl bu kitaplarda ortaya çıkıyor.

Yabancı Kucak - Ian McEwan

11.26.2011

Kitap: Yabancı Kucak
Orijinal adı: The Comfort of Strangers
Yazar: Ian McEwan
Çevirmen: Pınar Kür
Basım yılı: 2004
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları Kelepir
Sayfa sayısı: 123

Romanları mimari açıdan ele alırım. Kapıdan girildiğinde o kapı öyle inşa edilmiş olmalı ki, okur o anda binanın sağlamlığına güvenmeli,” diyen Ian McEwan, yine sağlamlığı garantili bir yapıyla karşımızda. Son dönem İngiliz edebiyatının parlak yazarlarından McEwan, Yabancı Kucak’ta Gotik roman türünü Romantizmin ilk dönemlerinden günümüze taşıyor. Gotik edebiyatın temel özelliklerinden olan tekinsizlik, gizem ve korku havasını yaratmak için de mükemmel bir mekân seçiyor: Ne kadar dolaşırsanız dolaşın, her zaman dönülmemiş bir köşeyi, keşfedilmemiş bir geçidi, kayıp bir binayı, ağza alınmayacak deneyimlerin yaşandığı gizli bir mekânı gözden kaçırabileceğiniz duygusunu veren kadim Venedik kentini. Venedik’in, dış mekân olmasına karşın yarattığı kapanıklık duygusuyla ruhları daraltan Mary ve Colin, turistik gezilerin barındırdığı gözetleme ve kenti tüketme arzusuyla sokaklarda gzeinip dururlar. Bu gezinin, onların cinsellik, ilişkiler ve şiddetin ördüğü ağda gelişip çetrefilleşen bir yaşantıya götüreceğini bilmeksizin.
Yukarıdaki bilgiler Kitapyurdu ve Idefix'ten toplanmıştır. Kitabın ilk ve son satırlarını İngilizce olarak firstandlastlines blog'da okuyabilirsiniz.

Paragraflar, hatta sayfalarca süren tasvirlere dayanamıyorum ve bu kitapta onlardan çok var. O yüzden ilk başlarda fenalık bastığını itiraf etmem lazım ama sonunda bunların mantıklı, hikayeye bir şeyler katan tasvirler olduğunu anlayınca fikrimi değiştirdim. Bir çift boş boş tatil yapar gibi gözükürsen olayların saykoya bağlaması bayağı hoşuma gitti. Hikayenin baş kahramanları Mary ve Colin Venedik'te tatildeler. Mary ve Colin'in uzun zamandır birlikte oldukları belli ancak bir yandan da birbirlerinden uzaklaşıyorlar gibi bir halleri var. Şehirde kaybolmaktan yorula yorula gezerken bir akşam yabancı bir adamla tanışıyorlar. Saykoluklar da ondan sonra başlıyor zaten...

Kitabı okumadan önce hakkındaki bir kaç eleştiriyi okumuştum ve her kafadan bir ses çıkıyordu. Kimisi sonu çok belli demiş, hiç sevmemiş. Kimisinin de aklı uçmuş. Ben ikinci gruba giriyorum. Tamam, kötü bir şeylerin olacağı belli ama sonuna geldiğimde 'Yok canıııım! Yapmamıştır bu kadarını!' diye düşünürken buldum kendimi. Ama tabii yapmış McEwan amca; hem de çok güzel yapmış.

Bunun dışında okuduğum tek Ian McEwan kitabı Kefaret'ti ve onu da çok sevmiştim. Hem Kefaret'i, hem de Yabancı Kucak'ı göz önünde bulundurarak yazarın insanı tedirgin edişinden çok hoşlandığımı söyleyebilirim. Kötü bir şey olacağını hissettiriyor ve kafanızda senaryolar yazmaya başlıyorsunuz. Ancak olaylar ilerlemeye başladığında 'Amanın, ne yaptı!' diye kafayı sıyırıyorsunuz.

Bu arada öğrendim ki kitabın bir de filmi varmış. İzleyeyim diye arıyordum ama sonradan vazgeçtim çünkü tasvirler geldi aklıma. Tipik Fransız filmleri gibi olacağını hissettim ve vazgeçtim izlemekten. Önyargılı davranıyorum, biliyorum ama durum böyle. Olur da siz incelemek isterseniz buyrun IMDB linki.


Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali

11.11.2011

Kitap: Kürk Mantolu Madonna
Yazar: Sabahattin Ali
Basım yılı: Şubat 2011 - 44. Baskı (1. Baskı Remzi Kitabevi, 1943)
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa sayısı:160

"Her gün, daima öğleden sonra odaya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum 'Kürk Mantolu Madonna'yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."

Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.

Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.
Bu kitabın ilk ve son satırlarını firstandlastlines blog'da okuyabilirsiniz.

Bu kitabı elime almakta bayağı geç kalmışım, onu farkettim. Nasıl derseniz, şöyle: kitabı bir nefeste okumamın üzerinden 1,5 ay geçmiş olmasına rağmen ne zaman hakkında bir şeyler yazmaya kalksam ne yazacağımı bilemedim. Şu anda da bilmiyorum. O nedenle 'anlatılmaz, okunur' diye iğrenç bir cümle kurma ihtiyacını hissediyorum.

Tanıdığım herkes, ama herkes tavsiye etti bu kitabı. Öyle olunca insanı bir heyecan, bir merak basıyor tabii. İtiraf etmeliyim, ilk başlarda 'bu kadar büyüttükleri de neymiş ki?' diye düşündüm ama sonrasında böyle düşündüğüm için utandım. Bu kadar gerçekçi, bu kadar herkesin içini satırlara döken bir hikaye okumuşsam da cidden aklıma gelmiyor şu an. Bu nedenle 'çüş artık!' diye isyan ederken bir yandan da hayran kalmama neden olan bazı kısımlarla baş başa bırakıyorum sizleri...

1. Aşk hiç de sizin söylediğiniz gibi basit sempati veya bazen derin olabilen sevgi değildir. O büsbütün başka, bizim tahlil edemediğimiz öyle bir histir ki, nereden geldiğini bilmediğimiz gibi, günün birinde nereye kaçıp gittğini de bilemeyiz. Halbuki arkadaşlık devamlıdır ve anlaşmaya bağlıdır. Nasıl başladığını gösterebilir ve bozulursa sebeplerini tahlil edebiliriz. Aşka girmeyen şey ise tahlildir.
2. Demek ki insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyor ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor.

3. Zaten kadınlar pek acayip mahluklardı. Bütün hatıralarımı toplayarak bir hüküm vermek istediğim zaman, kadınların hiçbir zaman sahiden sevemeyecekleri neticesine varıyordum. Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tahmin edilmeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu.

Sanat konusunda bilgim oldukça kısıtlı olduğu için kitabı okuduğum süre boyunca gerçekten Kürk Mantolu Madonna diye bir tablo olup olmadığını merak ettim. Varmış. Kitaba adını veren 'Madonna delle arpie' isimli tablo Floransa'daki Uffizi Galeri'de sergileniyormuş. Olur da siz de merak edersiniz diye paylaşıyorum; Google'lama derdinden kurtarıyorum sizi.











Dr. Olaf van Schuler'ın Beyni - Kirsten Menger-Anderson

8.27.2011

 


Kitap adı: Doktor Olaf van Schuler'ın Beyni
Yazar: Kirsten Menger-Anderson 
Baskı: 9 Ekim, 2008 
Yayıncı: Algonquin Books 
Sayfa sayısı: 304






  

Kitabın ilk ve son satırlarını firstandlastlines blog'da okuyabilirsiniz (İngilizce). 

Bu kitap Türkçe'ye çevirilmemiş. Çok uğraşmadım bulmak için gerçi ama çevirilmiş olsaydı Google'da çıkardı diye düşünüyorum. Bir şey kaybetmiyoruz aslında. Kitap, Doktor Olaf van Schuler'ın hikayesiyle başlıyor ve ondan sonraki nesilin, ailesindekilerin hikayesini anlatıyor. Schuler'ın annesi deli bir kadın ve doktor ruhun beyinde olduğuna inanıyor. Onu nasıl iyileştirebileceğini bulursa annesini delilikten kurtarabileceğini düşünüyor. Daha çok hayvan beyinlerinde yapıyor deneylerini, onlara ulaşması daha kolay olduğu için. Ancak eline geçirebildiği zamanlarda insan beyinlerini de kesip biçiyor. Şahane bir hikaye gibi değil mi? I IH.

Bayağı hayal kırıklığına uğrattı beni bu kitap. Konusu özet olarak süper ama hikayenin içine girince beklediği hiç bir şeyi bulamıyor insan. İlk ve son hikayeler değişikti; onun dışında bayağı sıkıldığımı söylesem yalan değil. Yazarın stili desen yoktu; 'bu böyle oldu; şu şöyle oldu' diye anlatmış direk, süsleme zahmetine katlanmamış bile. Bu, 1600'lü yıllardan başlayan ve 2000'lere kadar uzanan, insan beyniyle ve ruhun beyinde olması olasılığına kafayı takmış bir ailenin hikayesi... Öyle olması gerekiyordu yani. Ancak ailede kim kimin nesi anlaşılması zor. Her bir bölüm farklı bir nesile ayrılmış ve aralarında bir iki küçük bağlantı dışında hiç bir alaka yok. Farklı dönemlerin havası desen, o da yok.

Bölümler bambaşka insanların hikayeleri olabilirdi ve ruhumuz duymazdı resmen. Karakterlerle de bağlantı kurmak imkansızdı benim için. Öncelikle, hiçbirini tanıma fırsatımız olmuyor adam gibi. Sadece şöyle bir selamlaşıp hayatlarının kısacık bir kısmına tanık oluyoruz. Nereye gittikleri hakkında da bir fikrimiz olmuyor dolayısıyla.

Kitabın tanıtımında Patrick Süskind'in Parfüm'üne benzediği söylenmiş. Ona ayrı bir sinir oldum. En sevdiğim kitaplardan biridir Parfüm ve bunun onunla uzaktan yakından alakası yoktu. Parfüm'ü okurkenki merakım, heyecanımdan eser yoktu. Hatta dediğim gibi sıkıldım bile! Parfüm'ün tam tersi bir durum olaraktan karakterlere karşı da bir şey hissedemedim. Parfüm'ü okumadıysanız mutlaka okuyun derim ancak bu kitabı cidden boşverin. Zamanınıza, gözlerinize, beyninize yazık.

Yılın Ölüsü - Charlaine Harris

8.14.2011

Tuhaf ve seksi garson kız Sookie Stackhouse’a
kapılmamanın yolu yok. Bizi de al Sookie! Bizi de!

Louisiana’lı garson Sookie Stackhouse’un pek akrabası kalmamıştı. Orleans’ın vampir Kraliçesi’nin gözdesi, uzun zamandır görüşmediği vampir kuzeni Hadley ölünce de bu yüzden çok ama çok üzüldü. Hadley her şeyini Sookie’ye bırakmıştı ama bu mirası kabul etmek büyük riskleri de beraberinde getirecekti. Bazıları Sookie’nin, kuzeninin geçmişine ve sahip olduklarına burnunu sokmasını fazla istemiyordu. Sookie’yi durdurmak için ne gerekiyorsa yapacaklardı! Onlar her kimse, çok tehlikeliydiler ve bahtsız Sookie’nin hayatı yine pamuk ipliğine bağlıydı.
Yılın Ölüsü hakkında söyleyecek pek bir şey yok aslında. Sookie'nin kuzeni, vampir Hadley ölüyor ve eşyalarını toparlamak ve gerekli işleri halletmek için Sookie'nin Louisiana'ya gitmesi gerekiyor. Gidince de görüyor ki Hadley Louisiana'daki vampir kraliçenin sevgilisiymiş. Kraliçenin evleniyor olmasını da kıskanıyormuş. Ayrıca, Sookie'nin öldürdüğü, önceden Alcide'in sevgilisi olan hatunun ailesi hala Sookie'nin peşinde neler olduğunu tamamen öğrenmek umuduyla. Veeeeee Sookie'ciğimiz kaplana dönüşen Quinn abiyle işi pişirmeye çalışıyor. Ben Quinn'e bayağı sinir oldum yalnız; özellikle her cümlesini 'babe' diye bitirmesi beynimi çiziyor resmen.

Yılın Ölüsü'nün benim için en heyecanlı kısmı kraliçe ve ismini hatırlamadığım vampirin düğünüydü. Oldukça politik bir olay olması da şaşırtıcı olmasa da ilginçti. Ancak Sookie ablamız her zamanki gibi ortalığı karıştırmakla meşgul olduğu için ben düğün olayından pek bir şey anlamadım. Hadley'nin ev sahibi, cadı olan Amelia'yı sevdim ama. Sookie'yle birlikte Bon Temps'e gidiyor olması da heyecanlandırıyor beni cadılar yine çıkacak meydana diye. Eğlenceli cadıları göremedik daha. Görelim!

Kitabın önemli olayı Sookie'de peri kanı olduğunu öğrenmemiz. İlk başta bir 'Vay be! Ne güzel!' diye heyecanlanıyor insan. Ancak Sookie yine dırdır etmeye başlayınca kanına da sana da moduna geçiyorsunuz. 'Yazık banaaa, normal erkekler düşüncelerini duyabiliyorum diye sevmiyorlar beni, vampirler de sadece kanım için beni istiyor!' Bir sus Sookie be, bir sus.

Bill'in yaptığı adiliğe girmeyeceğim bile çünkü kendisi ilgi alanıma girmiyor. Ondan beklemeyeceğim bir işler karıştırmış gerçi ama kim takar. Sookie kendisine çok sinirli ama en azından 'ayy başka kızla çıkıyor' triplerinden daha mantıklı bir hareket bu seferki.

Şimdi kraliçenin Sookie'yi ayak işlerine yollayıp yollamayacağını merak ediyorum. Yollayacak bence. Ayrıca Eric niye pırt diye bir yerlerden çıkıp sonra kayboluyor ortadan? Alcide nerelerde? Jason ve Crystal n'oldu? Niye Quinn her yerde?

İleride bunların cevabını buluruz inşallah Charlaine abla.




Blog Design by Nudge Media Design | Powered by Blogger

Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivs 3.0 Unported License.
Header'ımı sevgili kardeşim Jaffar yaptı.