Kitap adı: Doktor Olaf van Schuler'ın Beyni
Yazar: Kirsten Menger-Anderson
Baskı: 9 Ekim, 2008
Yayıncı: Algonquin Books
Sayfa sayısı: 304
Kitabın ilk ve son satırlarını firstandlastlines blog'da okuyabilirsiniz (İngilizce).
Bu kitap Türkçe'ye çevirilmemiş. Çok uğraşmadım bulmak için gerçi ama çevirilmiş olsaydı Google'da çıkardı diye düşünüyorum. Bir şey kaybetmiyoruz aslında. Kitap, Doktor Olaf van Schuler'ın hikayesiyle başlıyor ve ondan sonraki nesilin, ailesindekilerin hikayesini anlatıyor. Schuler'ın annesi deli bir kadın ve doktor ruhun beyinde olduğuna inanıyor. Onu nasıl iyileştirebileceğini bulursa annesini delilikten kurtarabileceğini düşünüyor. Daha çok hayvan beyinlerinde yapıyor deneylerini, onlara ulaşması daha kolay olduğu için. Ancak eline geçirebildiği zamanlarda insan beyinlerini de kesip biçiyor. Şahane bir hikaye gibi değil mi? I IH.
Bayağı hayal kırıklığına uğrattı beni bu kitap. Konusu özet olarak süper ama hikayenin içine girince beklediği hiç bir şeyi bulamıyor insan. İlk ve son hikayeler değişikti; onun dışında bayağı sıkıldığımı söylesem yalan değil. Yazarın stili desen yoktu; 'bu böyle oldu; şu şöyle oldu' diye anlatmış direk, süsleme zahmetine katlanmamış bile. Bu, 1600'lü yıllardan başlayan ve 2000'lere kadar uzanan, insan beyniyle ve ruhun beyinde olması olasılığına kafayı takmış bir ailenin hikayesi... Öyle olması gerekiyordu yani. Ancak ailede kim kimin nesi anlaşılması zor. Her bir bölüm farklı bir nesile ayrılmış ve aralarında bir iki küçük bağlantı dışında hiç bir alaka yok. Farklı dönemlerin havası desen, o da yok.
Bölümler bambaşka insanların hikayeleri olabilirdi ve ruhumuz duymazdı resmen. Karakterlerle de bağlantı kurmak imkansızdı benim için. Öncelikle, hiçbirini tanıma fırsatımız olmuyor adam gibi. Sadece şöyle bir selamlaşıp hayatlarının kısacık bir kısmına tanık oluyoruz. Nereye gittikleri hakkında da bir fikrimiz olmuyor dolayısıyla.
Kitabın tanıtımında Patrick Süskind'in Parfüm'üne benzediği söylenmiş. Ona ayrı bir sinir oldum. En sevdiğim kitaplardan biridir Parfüm ve bunun onunla uzaktan yakından alakası yoktu. Parfüm'ü okurkenki merakım, heyecanımdan eser yoktu. Hatta dediğim gibi sıkıldım bile! Parfüm'ün tam tersi bir durum olaraktan karakterlere karşı da bir şey hissedemedim. Parfüm'ü okumadıysanız mutlaka okuyun derim ancak bu kitabı cidden boşverin. Zamanınıza, gözlerinize, beyninize yazık.
ben de senin takipçinim :)
ReplyDelete