Deniz - John Banville

1.31.2012

Ex Libris kitap kulübümüzde bu yıl için seçtiğimiz ilk kitap John Banville'nin Türkiye'de Can Yayınları'ndan çıkan, 2005 Man Booker ödüllü Deniz isimli kitabıydı. Kitap seçimlerimiz için ancak Ocak ayının ortalarında buluşabildiğimiz için (onda da kar nedeniyle bir kişi eksiktik zaten) birinci kitabımız kısa bir şey olsun dedik. Deniz, hem ödüllü, hem de ince bir kitap (İngilizcesi 195 sayfa) olduğu için bunu seçtik. Kitap inceydi ince olmasına ama okuması genel olarak zor, çok zordu!

İlk başta küfür etmiş olmama rağmen sonuçta sevdim kitabı. Gerçekten çok güzel bir dille yazılmıştı. Uzun betimlemelerden hoşlanmıyorum normalde ama bu kitaptakiler o kadar güzeldi ki rahatsız etmediler. Ancak cümlelerin çok uzun olması sinirimi bozdu. Bazı cümleler 5-6 satır uzunluğundaydı. O nedenle 195 sayfalık kitabı okumam bir hafta sürdü.

Bu yıl kitap kulübü olarak ödüllü kitaplara öncelik vermeye çalıştık. Yukarıda belirttiğim gibi, John Banville'in denizi de bunlardan bir tanesi. Daha önce hiç Banville okumadığım için kendisini şöyle bir Google'ladım kitaba başlamadan önce. Pek çok yerde önceden ödüllere aday gösterildiğini ve Deniz'i özellikle kazanmak için yazdığını gördüm. Tebrikler, Banville amca, cidden uğraşmışsın!

Ana karakter Max Madden, orta yaşlı bir amca. Direk yaşını söylemiyor kitapta ama olaylardan anlaşılıyor. Karısını kaybedince küçüklüğünden hatırladığı yere geri dönüyor. Burası, yazları ailesiyle birlikte vakit geçirdiği, deniz kenarında bir yer. Aynı zamanda da Grace ailesiyle, 'tanrılar' olarak anlattığı insanlarla tanıştığı yer. Graces ailesinin çocukları Chloe ve Myles'la arkadaş oluyor Max. Onlarla yakınlaşmak istemesinin ilk baştaki nedeni ise anneleri Connie Grace'i görünce o çocuk aklıyla kadına vurulmuş olması...

Kitap şimdiki zaman ve geçmiş zaman arasında gidip geliyor. Max, geçmişi hatırladıkça okura anlatıyor. Anılarından bölündüğü zamanlarda ise şu anda nerede olduğunu ve etrafında gerçekleşenleri... Şimdiki zamanda Max, küçüklüğünde Grace ailesinin evi olan evde kalıyor. Yaz aylarında onlarla nasıl vakit geçirdiğinin yanı sıra daha karısının ölümünden bahsediyor.

Bu kitaptaki karakterlerinin hiç birini sevmedim; belki biraz Chloe ve Myles'ın bakıcısı olan Rose'dan hoşlandım. Kitabın başlarında silik bir karakter kendisi. Yalnızca çocukların, özellikle Chloe'nin nefret ettiği ve işkence etmeye çalıştığı bir dadı. Kitabın sonlarına doğru ise daha bir görünür hale geliyor Rose ve kendisini garip olayların içinde buluyoruz.

Max'i sevmememin başlıca nedeni ise kendi de dahil olmak üzere hiç kimseden hoşlanmaması ve etrafındakileri sert bir şekilde eleştirmesi. Ailesinden zengin olmadıkları için utanıyor ve Grace ailesi yalnızca zenginler diye onlara 'tanrılar' olarak hitap ediyor. Kendisinin yetişkin bir kızı var ancak kitabın bir yerinde çocukların içindeki Gilles de Rais'i uyandırdığını söylüyor. Gilles de Rais 1440'larda çocukları öldürmüş olan bir seri katil. Ve bu adamın bir kızı var. Daha fazla bir şey söylememe gerek var mı?! Bunun yanı sıra kızını çirkin bir yaratık olarak tasvir ediyor. Böyle bir babayı kimseye dilemem cidden...

Chloe Grace ise cidden gıcık olduğum ikinci karakterdi. Max ve kardeşi Myles'la oyunlarına, vs. bakılınca küçük bir psikopat olduğu anlaşılıyor. Aynı zamanda bu velet dadısının ölmesini diliyor içten içten. Boğulmasını. Küçük bir çocuğun böyle bir şeyi gönülden dilemesi korkunç bir durum bence.

Kitabın ortalarına doğru Max bize alkolik olduğunu söylüyor. Bence bunu söylemesine gerek yoktu çünkü kitabın en başından itibaren bu tarz bir durum olduğu bariz bir şekilde hissediliyor. İçinde kalan bazı şeyleri netleştirmek için Grace ailesinin evine geri döndü ama halen hiç bir şey netleşmiş değil ve bence bu da daha fazla bulandırıyor Max'in beynini...

Kitabın en sevdiğim yanı diliydi. İngilizce yazımda beğendiğim bazı kısımlara yer verdim. Buradan okuyabilirsiniz. Şimdi burada uğraşmak istemiyorum açıkçası Türkçe'ye çevirmekle. Banville'in Deniz'i geri dönüp tekrar okumak isteyeceğim bir kitap değil ancak okuduğum için de mutluyum. Bence özellikle kitabın sonu sizleri çok şaşırtacak.

2012 Oscar Ödülleri

1.30.2012

2012 Oscar Ödül töreni 26 Şubat'ta gerçekleşecek. Takip edenler özellikle son yıllarda Oscar törenlerinin sıkıcı olduğunu, bilinmezliğin kalmadığını ve ödül alacak isimlerin bariz belli olduğu konusunda hemfikir. Ancak ben elimde olmadan yine de heyecanlanıyorum. Son dakkada bir sürpriz olur belki diye bekliyorum. Eskisi gibi sabahlara kadar uyanık kalıp da canlı izleyemiyorum töreni, orası ayrı...

Bu yıl aday gösterilen filmlerden yalnızca Paris'te Gece Yarısı'nı (Midnight in Paris) izlemiştim. Hepsini izlemem bayağı zor ama en azından En İyi Film (Best Picture) adaylarını izlemek istiyorum. Bu yıl En İyi Film kategorisinde aday gösterilen filmler: 1. War Horse (Savaş Atı), 2. The Artist (Artist), 3. Moneyball (Kazanma Sanatı), 4. The Tree of Life (Hayat Ağacı), 5. Midnight in Paris (Paris'te Gece Yarısı), 6. The Help (Duyguların Rengi), 7. Hugo, 8. The Descendants (Senden Bana Kalan), 9. Extremely Loud and Incredibly Close (Çok Gürültülü ve Çok Yakın).

Bu yıl aday olan filmler arasında iki adet de kitaptan uyarlanmış filmler var. Bunlardan biri Kathryn Stockett'in The Help, diğeri de Extremely Loud and Incredibly Close. The Help'i henüz okumadım; filmi izlemeden önce okuyayım istiyorum ancak zaman kalmazsa önce film, sonra kitap olacak. Jonathan Safran Foer'in Extremely Loud and Incredibly Close'u ise 2003 yılında, çıkar çıkmaz okumuştum. Öncesinde Everything Is Illuminated'i (Hey Şey Aydınlandı) okumuş ve çok beğenmiştim. Extremely Loud and Incredibly Close da oldukça iyiydi. Filmler çoğu zaman kitaplar kadar iyi olamadığı için yüksek beklentilerim yok filmden. Göreceğiz artık...

Siz de Oscar'ları takip ediyor musunuz? Öncesinde tahminler yapıyor musunuz?

Kitaptan yontma sanatı!

1.27.2012

'Kitaptan yontma sanatı' başlığını gördüğümde itiraf ediyorum hiç bir şey gelmedi, gelemedi gözümün önüne. Linke tıklayıp resimlere bakınca ise çenem yere yapıştı. Gördükleriniz multidisipliner sanatçı Guy Laramee'nin eserleri. 'Biblios' ve 'The Great Wall' başlıklı iki ayrı yontma çalışmaları serisi varmış kendisinin. Kitapların canına okumuş olması bile hiç rahatsız etmedi beni çünkü güzelliğe bakar mısınız! 


Daha fazlasını görmek için Guy Laramee'nin resmi web sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Keşke canlı canlı da görebilsek bunları...

The Sea by John Banville

1.26.2012

Title: The Sea
Author: John Banville
Publisher: Vintage
Published: 2005
Number of Pages: 208 (Kindle Edition)

In this luminous new novel about love, loss, and the unpredictable power of memory, John Banville introduces us to Max Morden, a middle-aged Irishman who has gone back to the seaside town where he spent his summer holidays as a child to cope with the recent loss of his wife. It is also a return to the place where he met the Graces, the well-heeled family with whom he experienced the strange suddenness of both love and death for the first time. What Max comes to understand about the past, and about its indelible effects on him, is at the center of this elegiac, gorgeously written novel — among the finest we have had from this masterful writer.
This was a hard one to read, and I think it's even harder to review. The Sea is the first book we've read in my book club Ex Libris this year. We couldn't meet until mid-January to make our selections for the year, and since half the month was already gone, we thought we would start with a thin book. It's a thin book, alright, but it took me a week to read, and quite a bit of effort.

That isn't to say I didn't like it, because I really liked it in the end. It really is a "gorgeously written novel," and even though I'm not a big fan of long, way-too-detailed descriptions, Banville is such a master at his craft that I enjoyed them. My only problem was the long sentences that would last for 5-6 lines. It worked well for the purpose of the book, but also made it hard to read. This is why even though it's 200 pages it took a while to get through.

This year in book club we're reading quite a few award winners, and this is one of them. Banville's The Sea is the 2005 Man Booker Prize winner. I did a little bit of internet research after I was done reading, and found out he's been a runner up before, and he wrote this book to win. Well, congratulations, sir! Now, getting to the story. . .

The protagonist, Max Morden, is a middle-aged man. Not that he says this himself, but from everything else it's quite obvious. He recently lost his wife, and he goes back to the place he remembers from his childhood. A place by the sea where he would spend the summer with his family, also a place where he met the Graces, "the gods" as he calls them. He befriends the kids, Chloe and Myles, who are around his age. The reason for him wanting to get close the family, at least in the beginning, is that he has a crush on the mother, Connie Grace. 

The book goes back and forth between the past and the present of Max, him remembering and thinking he's remembering. His mind is foggy, which I guess makes up for the very long sentences and the confusion in his narrative. At present, he's staying at what used to be the home of the Graces, where he would hang out quite a bit that summer he spent with them. Through his foggy memory, he's telling us about that summer, and about his wife's last days.

I honestly did not like any of the characters in this book, maybe except for Rose, who's Chloe and Myles's nanny. Her presence is quite indistinct toward the beginning parts of the story: just the nanny whom the kids (especially Chloe) hate and torture. But toward the end, we find quite a bit about her, and she unfolds disturbing events. 

My biggest problem with Max was that he didn't seem to like himself or anybody, and he judged everyone around him pretty harshly. He's ashamed of his family because they're not rich, and just because the Graces are, he sees them as "the gods." He has a daughter, but somewhere in the book, he says, "kiddies in general, I'm afraid, bring out the not so latent Gilles de Rais in me." Now, Gilles de Rais was a serial killer who killed children in the 1440s, so all I could say to that was what the fuck, Max? He also describes his daughter as an ugly creature who doesn't bother to live up to her potential. Long story short, it would be painful to have a father like that, I think...

Chloe Grace was the second character I truly disliked. She's quite a psycho, with the way she plays with her brother and Max and wishing Rose will be "washed away." "I hope she gets drowned," she says. Who, even a kid, would wish that upon anybody?

Max later reveals, "I drink like a fish but no, what fishes do is breathing." This might be a tiny spoiler, but really, it's pretty obvious throughout the book that he's somehow drugged. This adds to his confusion. While he describes the bed he sleeps in at the Graces house in the present time, he says, "By the way; the bed, my bed," which leads me to believe he still doesn't feel like he belongs even though he came back to the Graces house to get some answers and set his mind at ease. Also, as broken as he is about his wife's death, he's also mad at her for leaving him: "You cunt, you fucking cunt, how could you go and leave me like this?"

The best part of the book, I think, were in the descriptions and some of his analysis. I noted quite a few while reading, but I'm going to share two of my favorites:

One of the older boys from the field assured me one day with a snicker that a fringe like Chloe's was the certain sign of a girl who played with herself. I did not know what he meant, but  felt sure that Chloe did not play, on her own or otherwise.

Happiness was different in childhood. It was so much then a matter simply of accumulation, of taking things--new experiences, new emotions--and applying them like so many polished tiles to what would someday be the marvelously finished pavilion of the self.
This is not one of those books I'd want to go back and re-read, but it's a book worth reading, especially if you like a challenge. And I assure you that the ending will surprise you.

DIY Kindle Case / DIY Kindle Kilifi

1.25.2012

I knit (and sew a whole a lot) a case for my Kindle. The outside is knitted, the leaf patch is felt wool. The inside is fabric sewn over felt wool to give the case some thickness so it's not scratched in my purse where I carry way too many things. I'll make a similar one for my friend Kathy, and I'll share that as well when it's done.
* * *
Kindle'ım için bir kılıf ördüm. Çok fazla da dikiş yapmam gerekti. Dış kısmı örgü, üzerindeki yapraklar keçe. İçi ise kılıfa biraz kalınlık vermek için keçe üzerine dikilmiş kumaş. Haliylen çantamda taşıdığım gerekli gereksiz ıvır zıvırın Kindle'ı çizmesini istemem... Arkadaşım Kathy'ye de onun istediği tarzda, benzer bir kılıf yapacağım. Onu da paylaşacağım bitince.


Buzdolabının Üstündeki Kız - Etgar Keret

1.24.2012




Etgar Keret 2011'de tanıştığım ve hemen sevdiğim bir yazar. Kardeşim okumamı tavsiye etti ve bana verdiği ilk kitabı Kneller'in Mutlu Kampçıları'ydı. Dilimize çevrilmemiş olan bu romanın Wristcutters filminin baz aldığı kitap olduğunu söylediğinde hemen okumak istedim.

Kneller'in Mutlu Kampçıları minik bir roman iken Türkiye'de Siren Yayınları'ndan çıkan Buzdolabının Üstündeki Kız'da Keret'in kısa hikayeleri bir araya getirilmiş. Kitapta yer alan ilk hikaye olan Astım Atağı sadece bir paragraf uzunluğunda. Bunu söyleme gereği duyuyorum çünkü bence daha az kelime kullanarak güzel bir hikaye anlatmak zor bir iş. Keret bir kaç cümleyle güçlü bir hikaye anlatmış ve bu kendisini daha baştan sevmemin önemli nedenlerinden biri oldu.

En beğendiğim hikayelerden bir tanesi Crazy Glue idi. Diğerleri Freece, Painting, Hat Trick ve The Girl on the Fridge (Buzdolabının Üstündeki Kız). Keret'in hikayelerinin basit yapıları var ancak karakterler ve olaylarla oldukça güçlü ve etkileyici anlatımlara dönüşüyorlar. Bazılarına şaşırdım, bazılarına çok güldüm, bazılarına şoke oldum ve kimisi aklımı uçurdu. Akışılmışın dışında hikayeler okumak isteyenlere şiddetle tavsiye ediyorum bu kitabı.

P.S. Kitabı İngilizce okuduğum için hikayelerin Türkçe isimlerini yazamadım. Affola.

The Girl on the Fridge - Etgar Keret

1.23.2012


Title: The Girl on the Fridge
Author: Etgar Keret
Published: 2008
Publisher: Farrar, Straus and Giroux
Number of Pages: 171

A birthday-party magician whose hat tricks end in horror and gore; a girl parented by a major household appliance; the possessor of the lowest IQ in the Mossad—such are the denizens of Etgar Keret’s dark and fertile mind. The Girl on the Fridge contains the best of Keret’s first collections, the ones that made him a household name in Israel and the major discovery of this last decade.



Etgar Keret is one of the authors I've come across in 2011 and instantly loved. My sister suggested I read him, and the first book of his she gave me was Kneller's Happy Campers. When she told me it was the book the movie Wristcutters was based on, I was sold.

While Kneller's Happy Campers was a tiny novel, this is a collection of his short stories. The first one called Asthma Attack is one-paragraph long. I'm mentioning this because for me, it's always way much harder to tell a story in fewer words. Keret wrote a powerful story in a few sentences, and that left me wanting more right from the beginning. 

My number one favorite from the book was Crazy Glue. Others I loved were Freece, Painting, Hat Trick and The Girl on the Fridge. His stories and settings are simple, yet with the characters and the evens that unfold, they're deep and emotional. Mentioning emotional, some of them just fuck with yours. Some of them surprised me, some of them made me laugh, some of them shocked me and some just plain freaked me out. If you're looking for something out of the ordinary to read, I definitely suggest you check this book out.

BeyazKitaplık'tan 'Olasılıksız'ı kazanabilirsiniz!

1.21.2012

Bu kitabı kazanma şansını yakalamak için BeyazKitaplık'taki çekilişe katılın!

EFINST İngilizce Dil Okulu ile "Al sevdiğini, uç İngiltere'ye!"


20. yılını kutlayan EFINST İngilizce Dil Okulları harika bir kampanya başlattı. EFINST Dil Okulu, 14 Şubat Sevgililer Günü’ne kadar kayıt yaptıran herkese İngiltere’de 2 haftalık İngilizce eğitimi hediye ediyor. Üstelik bu programlara iki yıl üst üste AB Dil Ödülü kazanan ESP (Özel Amaçlı İş İngilizcesi Programı) da dahil. Yani hem Türkiye’de İngilizce öğreniyorsunuz hem de pratik yapmak için İngiltere’ye bedava gidiyorsunuz. Haberin daha da güzel tarafı, İngiltere’de konaklama ve yeme içmeye de para ödemiyorsunuz.

Ben gidemem, çünkü İstanbul’da yaşamıyorum diyenlere müjde!

EFINST’in e-Learning LIVE! online İngilizce eğitim sistemiyle bire bir canlı online derslerinizi internet üzerinden de yapabiliyorsunuz. Bu sistemle öğretmeninizi canlı canlı ekranınızda görüyor, soru soruyor, sohbet edebiliyorsunuz. Öğretmenin sizin için hazırladığı power point sunumunu kendi ekranınızda görebiliyor, İngilizceye dair tüm sorularınızı özel öğretmeninize sorabiliyorsunuz. Başka kimse olmadan, sadece siz ve öğretmeniniz. Aynı gerçek sınıftaki gibi.

Detaylı bilgi için http://www.efdilokulu.com/al_sevdigini_uc_ingiltereye.html adresini ziyaret edin. Pişman olmayacaksınız.

EFINST’in yakında Facebook ve Twitter üzerinden yapacağı kampanyalardan en önce haberdar olmak için:
http://www.facebook.com/EFINST
http://www.twitter.com/EFINST

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Kitap yazması gereken müzisyenler

1.20.2012

Müzisyenlerin yazdığı kitapları hep sevmişimdir. Tori Amos'un Ann Powers'la birlikte kaleme aldığı Tori Amos: Piece by Piece çıktığında mutluluktan uçtuğumu çok net hatırlıyorum mesela. Sonra geçen yaz Patti Smith'in Çoluk Çocuk kitabını Turgutreis sahillerinde okurken de keyfime diyecek yoktu. Bu kitaplar zaten sevdiğim müzisyenleri daha çok sevmemi sağladı. Kitapları okuduktan sonra 'yok canım bunlar insan değil tanrıça' inancım daha da pekişti ama bir yandan da 'o da insanmış yaaa' diye düşünmemi de mümkün kıldılar. Peki bu müzisyenler roman yazsa nasıl olurdu?

Flavorwire sitesi 'Kitap Yazmaları Gereken 10 Müzisyen' başlıklı bir yazı yayımlamış. Bu müzisyenlerin şarkı sözlerinden örnekler vermişler, neden kitap yazmaları gerektiğini düşündüklerini açıklamışlar ve arkasından hayallerindeki romanı anlatmışlar. Beğendiklerim:

Patti Smith: Kendisinin anı türünde iki tane kitabı var ancak Flavorwire daha fazlasını okumak istiyoruz demiş. E haklılar! Smith'in bir dedektif hikayesi yazdığına dair durumlar almışlar ama onların hayalindaki romanda altın ormanlar, rock 'n roll periler ve silah olarak böyle bir kılıcı tercih eden, asker botlu bir kadın kahraman var. Hadi yaz bunu Patti ya, lütfen! 

Stuart Murdoch (Belle & Sebastian): Birbirleriyle gevşek bir şekilde bağlantılı olan bir rüya serisi hayal etmişler Murdoch için de. 1960'larda geçecek olan bu hikayelerden en azından birinde atlar olsun demişler. Katılıyorum tabii ki. 

Bianca ve Sierra Casady (CocoRosie): Hayal ettikleri roman biraz anı, biraz kurgusal. Amerika'nın güneybatısında geçen, iki farklı karakter arasında gidip gelen, efsanevi, Cormac McCarthy'msi bir roman... Ben okurum valla. 

Yazının tamamını buradan inceleyebilirsiniz.  Üzerinde düşününce bir çok ismin aklıma geleceğine eminim ancak şu an bu listeye PJ Harvey'nin de eklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Stories From the City, Stories From the Sea ve Rid of Me karışımı bir roman bayıla bayıla okunurdu bence.

P.S. Bu yazı Tori Amos'un Night of Hunters albümü eşliğinde yazılmıştır. Bu da yetişkinlere yönelik masal kitabı gibi bir albüm. Tori Amos ve Neil Gaiman birlikte bir masal yazsalar bakın o da şahane olurdu.

Yeni Kız - Paige Harbison

1.19.2012

Bu kitabın Amerika'daki satış tarihi 31 Ocak 2012. Dilimize çevirilir mi bilmiyorum ama zannetmiyorum. Türkiye'de daha çok vampirli, vs'li gençlik kitapları popüler ve Yeni Kız'ın onlarla uzaktan yakından bir alakası yok. Bunu 'Benim de artık bir Kindle'ım var!' yazımda belirtmiştim ama tekrar söyleyeyim: bu kitabın ön okumasını NetGalley isimli web sitesinden edindim. İngilizce kitap okuyorsanız, bir e-okuyucunuz varsa veya bilgisayardan okurken zorlanmıyorsanız ve de gençlik kitaplarını seviyorsanız bence mutlaka üye olun. Pek çok yayınevinin kitapları var sitede ancak çoğunluğun gençlik kitapları olması dikkatimi çekti.

Şimdi gelelim Yeni Kız'a... Harbison romanı yazarken Daphne Du Maurier'in klasik romanı Rebecca'yı baz almış. Rebecca benim favori kitaplarımdan biri ve Manderley ismini görünce bu kitabı okumak istedim. Bu arada ana karakterimize Yeni Kız olarak hitap edeceğim çünkü kitabın sonuna kadar ismini öğrenmiyoruz...

Yeni kız Floridalı, lise çağlarında genç bir kız. Eskiden yatılı okula gitmek istiyormuş ve ailesi bu isteğini ciddiye almış. Manderley Akademi'de bir yer boşalınca hemen kaydettirmişler Yeni Kız'ı. Sonunda kendisini Manderley Akademi'de bulan Yeni Kız bir yandan evini, ailesini ve arkadaşlarını özlüyor, bir yandan da kendini garip olayların ortasında buluyor. 

Rebecca'yı okumadıysanız Manderley'i nasıl hayal edersiniz bilemem ancak ben aynı Du Maurier'in kitabındaki haliyle gözümün önüne getirdim. Bu hikaye için de oldukça başarılı bir lokasyon oldu hayalimdeki. Yeni Kız okula varıp yerleştiğinde anlıyor ki yerine geldiği kız, Becca, bir süredir kayıplara karışmış. Becca, herkes tarafından sevilen, okuldaki en popüler çocukla çıkan bir kızmış. Şimdi onu seven herkes Yeni Kız'ı yerini almaya çalışmakla suçluyor ve kızcağız çileden çıkıyor haliyle.

Şimdiki zamanı Yeni Kız'ın bakış açısından, geçmişi ise Becca'nın bakış açısından izliyoruz. Bu bence çok güzel olmuştu çünkü bazı olaylar geçmişi bilmeden fazla bir şey ifade etmiyor. Arada 'şu da şu da olmuşmuş' diye altyazı geçseydi bayağı sıkıcı olurdu. Bu farklı bakış açılarında aynı zamanda iki kızın ne kadar aynı, bir o kadar da farklı olduğunu görüyoruz. Her ikisinde de gençliğin getirdiği bir kendine güvensizlik var. Ancak Yeni Kız gerektiğinde kendini savunuyor. Aynı zamanda altında yatan nedenleri bulmaya çalışmadan triplere girmiyor ve diğer insanlara patlamıyor. Bu durumu çok tuttum ben çünkü genç olsun, yetişkin olsun mıymıy insanlara tahammülüm yok. Hele okurken hiç yok. 

Becca ise tam bu tahammül edemediğim tiplerden... Herkesin kendine hayran olması, okulun en popüler kızı olması, sahip olunamayacak çocuğun ona aşık olması gibi işlerin peşinden büyük bir azimle, sonuçlarını pek fazla göze almayarak koşuyor. Mesela bir çocuğu elde etmeye çalışırken onun en iyi arkadaşıyla yatıyor. Bu arada, yazarın seksi tabu olarak görmemesi de hoşuma gitti. Genellikle gençlik kitaplarının yazarları lisede seks diye bir şey yokmuş havasını takınıyor. Ne gerek varsa... Neyse, siz beni sapık falan sanmadan devam edelim...

Yeni Kız da pek çok kitap gibi kişilerin arasındaki ilişkiler ve bazı durumların nelere ittiğiyle ilgili bir kitap. Bence yazar kitabın akışı konusunda oldukça başarılıydı. Kimin gözünden anlatıldığı fark etmeksizin çeşitli olaylar ciddi merak uyandırıyor. Benim için bunların önde geleni ise Yeni Kız'ın ismini öğrenmekti.

Genel olarak kitabı sevmiş olsam da bir şey sinirime dokundu. Yeni Kız Harry Potter'ı okuduktan sonra yatılı okula gitmeyi istemiş ve bunu ailesiyle paylaşmış. Pardon ama Harry Potter'ı okuyup da kim yatılı okula gitmek ister? Tamam, ben de cadılık ve büyücülük okuluna gitmeyi deli gibi istemiştim ama yatılı kısmı aklıma bile gelmemişti. 

Dediğim gibi, kitabın Amerika'da çıkışının tarihi 31 Ocak 2012. Türkçe'ye de çevirilir mi, çevirilmez mi göreceğiz artık.

New Girl by Paige Harbison

1.18.2012

Title: New Girl
Author: Paige Harbison
Publisher: Harlequin Teen
Release Date: January 31, 2012
Number of Pages: 320

Welcome to Manderley Academy
I hadn't wanted to go, but my parents were so excited.... So here I am, the new girl at Manderley, a true fish out of water. But mine's not the name on everyone's lips. Oh, no.
It's Becca Normandy they can't stop talking about. Perfect, beautiful Becca. She went missing at the end of last year, leaving a spot open at Manderley—the spot that I got. And everyone acts like it's my fault that infallible, beloved Becca is gone and has been replaced by not perfect, completely fallible, unknown Me.
Then, there's the name on my lips—Max Holloway. Becca's ex. The one boy I should avoid, but can't. Thing is, it seems like he wants me, too. But the memory of Becca is always between us. And as much as I'm starting to like it at Manderley, I can't help but think she's out there, somewhere, watching me take her place.
Waiting to take it back.
I received an ARC copy of this book through NetGalley.

In the beginning, what sold me on this book is seeing "Manderley." Daphne Du Maurier's Rebecca is one of my favorite books, and when I hear Manderley, I instantly think, Last night I dreamt I went to Manderley again... What I didn't realize was that New Girl IS actually a retelling of Rebecca, which is very exciting...

Lately I've been very careful about choosing Young Adult titles because I feel most of them are a repetition of one another. This, however, did not disappoint me; it was different, and it did a very good job of paying tribute to one of the much-loved classics of all time. The main character is a pretty regular teenage girl from Florida who ends up at Manderley Academy, a boarding school far, far from her home. This isn't a troubling situation as you think because apparently she dreamed of going to boarding school when she was younger, and her parents made it happen when there was an opening at the school.

For those of you who haven't read Maurier's Rebecca, I don't know how you might picture Manderley, but the image I head in my head the entire time was what Du Maurier had created. And, I must say, it worked very well with the story. The main character's name isn't mentioned toward the end of the story, so I'm not going to tell you what it is. She (the main character) finds out when she arrives at the school that she's a replacement for a girl who had disappeared. Her name was Becca, she dated the most popular, unattainable boy at school, and she was loved by everybody. Becca's friends, some cruel, some alright, very much treat her as a replacement, which doesn't help her "new girl" status at all.

We get the present story from the New Girl's point of view, and Becca tells us what's happening when she was around. This I enjoyed a great deal because it gives great insight to the story itself. It's interesting to see how very different yet the same the two girls are. Apart from being attracted to the same boys, sharing the same room, bed and roommate, they're both insecure in their own skin. New Girl, however, stands up for herself and tries to find reasoning behind people's behavior against her. She doesn't lash out right away, until she's very much fed up, and that I quite appreciated. Let's face it, who likes a "Me! Me! Me!" type, whiny and self absorbed teen, right? 

Right, but that's exactly the type of teenager Becca is. She wants to be adored, wants to be the most popular, date the hottest guy in school because he's unattainable while she sleeps around with his best friend... I must admit I also appreciated the author not trying to hide the fact that teenagers DO have sex whether is right or not. I'm not going to name names, but some YA authors go out of their way to keep the sex out of the picture. This is very unrealistic when we know and THEY know what's actually going on.

Other than that, New Girl is a story about the relationship between these kids, and what certain kinds of situations will do to people's lives. I think Harbison did a great job with the flow of the story, and I very much enjoyed the suspense and the complications. You're gonna want to read this till the end even if just to find out what New Girl's name is.
On a different note, the one thing that really bugged me about the story was how and why New Girl ended up at Manderley Acamedy. I've mentioned before that she had wanted to go to boarding school at one point. But her reasoning for it was that she watched Harry Potter, and boarding school looked cool. Well, I'm sorry, but I don't think Harry Potter makes anyone yearn for boarding school unless one's absolutely sure it's a school of witchcraft and wizardry. 

New Girl by Paige Harbison will hit the shelves on January 31st.






2011 in books: Part 4 / Kitaplarla 2011: 4'üncü Bölüm

1.17.2012

Welcome to Part 4 of my '2011 in books' posts. This is the last one. (Part I / Part II / Part III)
***
Kitaplarla 2011'in 4'üncü yazısına hoş geldiniz! Bu sonuncudur. (I / II / III)
  •  The Girl on the Fridge / Buzdolabının Üstündeki Kız - Etgar Keret
  • The Little Prince / Küçük Prens - Antoine De Saint Exupery
  • Rüya Günlüğü - Hakan Bıçakçı
  • Gizli Anların Yolcusu - Ayşe Kulin
  • Crescendo (Hush, Hush 2) / Çığlık (Hush, Hush 2) - Becca Fitzpatrick
Being the last one of the year 2011's review, I guess this post also shows that I've gotten lazy toward the end of the year with my reviews. Oh, well... From this pile, Etgar Keret was among my favorites this year. Thanks to my lovely sister for telling me to check him out because he was a great discovery. And then, The Road... Oh, The Road! It was a book that made me think about a lot of things and screwed with my emotions. Wonderful piece of literature, and I suggest everyone read it. Being There and The Comfort of Strangers were other surprises of the year, and among my favorites. The Comfort of Strangers got me all upside down and ended with a big WHOA! moment. Being There, on the other hand, is a quite funny look at societies. Even though it takes place in the US in 1970, it's accurate for many other countries and definitely accurate for our time and day.
* * *
Bu 2011'de okuduğum kitaplara yönelik yazılarımın sonuncusu. Bu son yazıyı yazarken yılsonuna doğru kitap yorumları konusunda tembelleştiğimi farkettim. Neyse... Bu gruptaki kitaplar arasından Etgar Keret'inkiler favorilerim arasında. Keret oldukça heyecan verici bir keşifti ve bunun için kendisini okumamı tavsiye eden kardeşime ne kadar teşekkür etsem azdır. Bir de Yol var... Yol! Canıma okuyan kitaplardan bir tanesi. Bir çok şey hakkında düşünmemi sağlayan, duygudan duyguya koşturan bir kitaptı. Yabancı Kucak ise yine favorilerim arasında. Özellikle sonuyla beni allak bullak etti. Being There ise topluma traji-komik bir bakış açısı sunan bir kitap. Gülelim mi, ağlayalım mı diye karar veremiyor insan okurken. Hikaye Amerika'da geçiyor olmasına rağmen bugün pek çok toplum için geçerli olduğunu ve 1970'lerde yazılmış olmasına rağmen ne yazık ki günümüz için de geçerli olduğunu söyleyebilirim.

Shakespeare'in doğumgünü böyle kutlanıyor!

1.16.2012

Dünya Kitap Gecesi'ni (World Book Night) daha yeni keşfettim. Geçtiğimiz yıl İngiltere'de başlatılmış bu uygulama ve bu sene Amerika'da da yapılıyor. Aynı zamanda Shakespeare'in doğumgünü olan 23 Nisan bildiğiniz gibi Uluslararası Kitap Günü. Doğru anladığımı umduğum haliyle olay şu: 50,000 kişi 'kitap dağıtıcısı' olarak gönüllü oluyor. Listedeki 30 kitaptan en sevdikleri 20 kitabı seçiyorlar ve özel baskı olan bu kitapları dağıtıyorlar. Okullarda, hastanelerde, sürekli yemek yedikleri lokantada, işyerlerinde... Nerede dağıttıkları ve kitapları kime verdikleri onlara kalmış.

Listedeki kitaplar arasında Suzanne Collins'in Açlık Oyunları serisi, Khaled Hosseini'nin Uçurtma Avcısı gibi sevilen kitaplar var. İnsan ister istemez bir iç çekip keşke Türkiye'de de yapsalar böyle bir şey diyor. Hem 23 Nisan bizim Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız... Böyle bir organizasyon yapılsa, her birimiz 20 çocuğa birer kitap hediye etsek şahane olmaz mıydı?

Etkinliğin web sitesini buradan inceleyebilirsiniz. Özellikle aranızda Amerika'da yaşayanlar varsa katılsınlar bence. Ben şahsen oradaki bütün arkadaşlarımı haberdar edeceğim Dünya Kitap Gecesi'nden.

2011 in books: Part 3 / Kitaplarla 2011: 3'üncü Bölüm

1.13.2012

Welcome to Part 1 of my '2011 in books' posts. (Part I / Part II)
***
Kitaplarla 2011'in 3'üncü yazısına hoş geldiniz! (I / II)
Bu yıl okuduğum ve çok sevdiğim kitaplardan çoğu 3'üncü kısma denk geldi. Bunlar Veronika Ölmek İstiyor, Sputnik Sweetheart, Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu, Kürk Mantolu Madonna, Çoluk Çocuk ve Hayalet Gişe. Hele ki Hayalet Gişe'ye cidden bayıldım. Keşke çocukken de okusaymışım...
* * *
A majority of the books I've read and loved this year are in this 3rd pile. Those are Veronika Decides to Die, Sputnik Sweetheart, Hard-Boiled Wonderland and the End of the World, Kürk Mantolu Madonna, Just Kids and The Phantom Tollbooth. I've especially fallen in love with The Phantom Tollbooth, and I wish I'd read it when I was a kid.

Reminder: Deadline for the giveaway is February 12th.
Hatırlatma: Çekilişe katılmak için son gün 12 Şubat.


Hediye Çekilişi! / Giveaway!

1.12.2012

100 izleyiciye ulaştığım zaman hediye çekilişi yapmayı düşündüğümü belirtmiştim. Öncelikle hangi kitaplarla ilgilenirsiniz sorusunu cevaplayan ankete katılan herkese teşekkür ederim. Çekiliş detayları aşağıda...
* * *
I had mentioned that I was planning to host a giveaway when I reached 100 followers. First of all, thanks to everyone who participated in my survey to find out which books you guys might be interested in winning. Details below...

ÖDÜLLER:

1 kişi Açık Oyunları serisinin 3 kitabını ve Haruki Murakami'nin 'Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu kitabını kazanacak. Tercihine göre kazanana İngilizce veya Türkçe kitapları yollayacağım. Formu doldururken lütfen tercihinizi belli etmeyi unutmayın. İngilizce kitaplar Amazon'dan, Türkçe kitaplar İdefix'ten sipariş edilecek. Elinize ulaşma zamanlarının hangi siteden ısmarlandığına göre değişeceğini hesaba katmayı atlamayın lütfen. Kazananları random.org'u kullanarak seçeceğim. 

PRIZES:

1 person will win the Hunger Games set (3 books) plus Haruki Murakami's 'Hard-Boiled Wonderland and the End of the World. The giveaway is international. I'm pretty sure they ship anywhere, but please make sure Amazon ships to your address. Turkish entrants will be able to choose whether they want the books in Turkish or not, so please make sure to specify "English" in the form below if you're not from Turkey. The winner will be chosen via random.org.

Fill out the form below to enter. / Katılmak için lütfen aşağıdaki formu doldurun.

UPDATE (FEB 12TH / 12 ŞUBAT)
ÇEKİLİŞ TAMAMLANMIŞTIR. KATILANLARA TEŞEKKÜRLER.

THE GIVEAWAY HAS BEEN CLOSED. THANKS TO EVERYONE WHO ENTERED.

Winners will be notified via e-mail and announced on the blog.
DEADLINE IS SUNDAY, FEBRUARY 12TH.

Kazananlar e-maille bilgilendirilecek ve blog'da duyurulacak.
KATILIM İÇİN SON GÜN 12 ŞUBAT PAZAR GÜNÜDÜR.

Benim de artık bir Kindle'ım var!

1.11.2012

Kuzey Güney izlerken ellerim boş durmasın, Kindle heyecanımı paylaşayım dedim. Benim ailem kitapkurdu bir evlada alıştı artık. Sağolsunlar, 'Bunun İngilizcesi yok hiç bir yerde! Bu da amma pahalı satılıyor!' tarzı çimkirmelerimi ciddiye alıyor, bana acıyorlar. Bu da bıdıbıdlarımı dinleyişlerinin bir eseri. Alsam mı, almasam mı, nasıl alsam, alışır mıyım acaba diye düşünürken doğumgünü hediyesi olarak bana bir Kindle almışlar. İlk dokunuşta aşk bizimki...

Daha bunları incelerken uzun uzun okumuştum Kindle'ı olanların yorumlarını. Yukarıdaki resimde gördüğünüz gibi abonesi olduğum BUST dergisini dahi Kindle'cığımda okuyabiliyorum. Bu arada, NetGalley diye bir web sitesi var. Kitaplar yayınlanmadan önce eleştirmenlere ve blogger'lara yollanan kopyalarını e-kitap olarak isteyebiliyor, yayıncı onay verdikten sonra da indirip okuyabiliyorsunuz. Veeee tabii ki hemen Kindle'a uyum sağlamış! Bayıldım, bayıldım, bayıldım!

Gıcığıma giden yanları olmadı mı peki? Oldu. O da yayıncıların paranoyaklığından dolayı. İlk açtığımda bulunduğum ülke Amerika olarak gözüküyordu. Uzun zamandır almak istediğim iki kitabı hemencecik alıverdim. Ertesi gün uyanık Amazon bana bir mail attı. 'Sen bunları aldın ama Amerika'da değil, Türkiye'deymişsin Simay hanım!' gibilerinden... Lokasyonunuzu Türkiye'ye değiştirince de hiçbirşey alamıyorsunuz maalesef. Yazıya değer veren bir insan olarak korsan kitap, vs. aldığım olmamıştır şimdiye kadar. Param varsa alırım, yoksa biriktirir alırım. Ancak bu durumda nereden bulursam oradan ediniyorum kitapları. Günah benden gitti mi? Gitti.

Artık bir de güzel bir kılıf bulursam Kindle'ımı çantamda taşımaya başlayabilirim.

2011 in books: Part 2 / Kitaplarla 2011: 2'nci Bölüm

1.04.2012

Welcome to Part 2 of my '2011 in books' posts. You can have a look at Part 1 here.
***
Kitaplarla 2011'in 2'nci yazısına hoş geldiniz! İlkini buradan okuyabilirsiniz.

Click on the titles to read my reviews. / Yorumlarımı okumak için başlıklara tıklayınız.
COMMENTS/YORUMLAR:
My favorites out of this bunch are The Blackberry Bush, No One Writes to the Colonel, Room, the Insider's Guide and Shibumi. The Blackberry Bush is a YA novel full of hope and lovely coincidences. I remember feeling feeling positive and happy after I was done reading it. Room is quite the opposite-- based on a true story, it's heart-breaking and rather nerve-wrecking. The Insider's Guide is definitely a must-read for everyone who loves the Black Dagger Brotherhood. You can definitely find out a lot more about the brothers and their world. Shibumi was ridiculous at times, but I very much enjoyed the story and the excitement.
***
Bu gruptan favorilerim The Blackberry Bush, Albaya Mektup Yok, Oda, J.R. Ward'un kitabı ve Şibumi. The Blackberry Bush'u bana yazar kendisi gönderdi. Çok pozitif ve umut dolu bir gençlik kitabı. Türkçe'ye çevirilmesiyle ilgilenen bir yayınevi var diyordu. Umarım yakında çevirilir çünkü cidden herkesin okuyup mutlu olması gereken bir kitap. Oda ise tam tersi hisler uyandırıyor insanda. Gerçek bir öyküyü baz alıyor kitap ve insanın sinirini bozuyor açıkçası. J.R. Ward'un Black Dagger Brotherhood kardeşliğinin perde arkasını ele alan kitabı da şahaneydi. Zaten abuk subuk vampir kitapları dahi Türkçe'ye çevirilirken bunları niye çevirmiyorlar anlamıyorum. Şibumi'nin ise 'yok artık!' veya 'oha!' dedirten pek çok yeri vardı ancak bence oldukça heyecanlı bir hikayeydi.


Little Bee I wasn't 100% content with. I guess the ending of the story quite bugged me. Owl in Love I've marked as a 'waste of time.' I feel bad saying this about any book, but I disliked it a great deal. For Esther's Inheritance, which was a very interesting read, I couldn't write a review because I'm clueless about the time and location it takes place in. I have a feeling certain things in the book had to do with that history.
***
Küçük Arı da tam olmamış gibi geldi bana. Sonuna da bir gıcık oldum. Owl in Love (Aşık Baykuş) da zaman kaybı olarak nitelendireceğim kitaplardan. Özellikle kitaplar söz konusu olduğunda böyle yorumlar yapmayı hiç sevmiyorum ancak cidden hiç ama hiç sevmedim, sevemedi bu kitabı. Ester's Inheritance (Esther'in Mirası) kısa, değişik ve güzel bir kitaptı. Ona bir eleştiri yazamadım çünkü hikayenin geçtiği zaman ve yer hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Kişilere odaklanan bir kitap olmasına rağmen aralarda tarihle ilgili bir şeylerin olduğunu hissettim. Okumamın ardından da araştırmaya üşendim sanırım.

Giveaway? / Hediye çekilişi?

1.03.2012

I'm planning to have a giveaway when/if I hit 100 followers. I've never done this before, so I've created a poll to find out what you guys would want. Keep in mind that if you're not in Turkey, the books will be in English.
***
100 izleyiciye ulaştığım zaman blogda bir hediye çekilişi düzenlemek istiyorum. Önceden böyle bir şey yapmadım hiç. Bu yüzden sizler için bir anket hazırladım. Lütfen unutmayın ki kitapları Türkçe veya İngilizce olarak kazanabileceksiniz. Sizin seçiminiz.

2011 in books: Part 1 / Kitaplarla 2011: 1'inci Bölüm

1.02.2012

I must say I've read some amazing books in 2011. It was exciting to meet new authors that I know I will keep following. Having said that, I've also read some books that I felt were a waste of time. I will be posting a summary of last year, both with the good and the bad, in 4 parts. So, welcome to Part 1!
* * *
2011 yılında şahane kitaplar okuduğumu söylemem lazım. Özellikle şimdiden sonra da kesinlikle takip edeceğim yeni yazarlarla tanışmak çok heyecanlıydı. Bununla birlikte zaman kaybı gibi gelen kitaplar okuduğumu da belirtmem lazım. Önümüzdeki günlerde 2011'in özetini paylaşan yazılarımı paylaşacağım sizlerle. 4 bölümden ilkine hoş geldiniz!
Click on titles to read my reviews. / Eleştirileri okumak için başlıklara tıklayınız.
COMMENTS / YORUMLAR:
After reading and liking the Twilight Saga, I found myself searching for more YA books that were similar. I've found out this genre can get VERY tricky. The Mortal Instruments series were amazing. They were more Harry Potter and a lot less Twilight, if that makes any sense... I haven't gotten around to the fourth book yet, which was released in 2011, but I'm hoping to get to it this year. Well, I continued my YA journey with Firelight, which was a big disappointment. So now, I'm even more careful when it comes to YA-- it feels like most of them are the same story in a different setting, no?
***
Tüm rezil özelliklerine rağmen Alacakaranlık serisini okuyup beğendikten sonra gençlere yönelik farklı kitaplar aramaya başladım. Farkında vardım ki bu kitapların iyilerini ve değişik olanlarını bulmak sandığım kadar kolay değil. Ölümcül Oyuncaklar şahaneydi mesela. Alacakaranlık'tan çok daha bir Harry Potter'lardı sanki... Daha dördüncü kitabı elime geçiremedim ama bu sene okumayı umuyorum kendisini. Öte yandan yine gençlik kitabı olan Alev Işığı tam bir zaman kaybıydı. Bundan sonra bu tarzda kitap okuyacağım zaman çok daha dikkatli olacağım. Zaten hepsi aynı olayın farklı karakter ve lokasyonlarla olanı gibi değil mi biraz?


I also wasn't too impressed by Deja Dead, which Ive been looking to reading for a long time. I love the TV show Bones that's based on it, so I'm guessing it might get better later. I'd bought the first three books as a set, so I'll continue reading when I get around to it.
***
Çoktan Ölmüştü de pek içi açıcı değildi. Uzun zamandır bu kitapları okumak için can atıyordum ama biraz hayal kırıklığına uğradım. Kitaplardan uyarlanan Bones dizisini çok sevdiğim için devamını okumayı deneyeceğim. 3'lü set olarak almıştım bu kitapları, en azından elimde olanları denemeyi planlıyorum.


And the Sookie Stackhouse series... I can't read one right after the other when it comes to Sookie because she still annoys the hell out of me. I'll admit the books do get better though. I think Dead to the World is my favorite so far.
***
Sookie Stackhouse serisi işte bambaşka bir durum. Bunları peş peşe okuyamıyorum çünkü Sookie beni cidden sinir ediyor. Ama itiraf etmem gerekiyor ki kitaplar gittikçe daha heyecanlı oluyor. Sanırım Cadı Ölüsü şu ana kadarki favorim.

Blog Design by Nudge Media Design | Powered by Blogger

Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivs 3.0 Unported License.
Header'ımı sevgili kardeşim Jaffar yaptı.