Mrs. Dalloway'i Ağustos ayında, Euphoric'in düzenlediği Kız Romanları Projesi kapsamında okudum. Cidden üzülerek söylüyorum ki Virginia Woolf'la tanıştığımıza pek memnun olamadım.
Kitap, I. Dünya Savaşı sonrasında, Londra'da geçen bir günü konu alıyor. Mrs. Dalloway'in parti hazırlıklarını okurken Woolf bizi aynı zamanda geçmişe de götürüyor, partiye çağırdığı karakterleri, arkadaşlarını da tanıtıyor. Mrs. Dalloway aşık olduğu adamla evleneceğine Mr. Dalloway'le evlenerek daha "akıllıca" bir seçim yapmış, Septimus Warren Smith savaşta yer almış ve şimdi savaita kaybettiği yakın arkadaşıyla ilgili halüsinasyonlar görüyor... Sonunda Clariss Dalloway'in yeni tanıştığı insanlardan önceden tandığı insanlara kadar herkes geliyor partiye.
Kitabın ve Woolf'un yazım tarzının o zamanlarda neden ilgi çekici ve değişik olduğunu kestirebiliyorum. Olayları farklı karakterlerin gözünden anlatıyor, sürekli geçmişe dönüş yapıyor. Kitapta akıl hastalığı ve homoseksüellik gibi bugün bile olay çıkarmaya müsait konular işleniyor. Kitabı orijinal dilinde okudum ve cidden Woolf'un cümlelerine dayanamadım. Bazen nerede başlayıp nerede bittikleri belli olmuyor, çoğu cümleyi başa dönüp tekrar okumak zorunda kaldım arada unuttuğum kısımlar olduğu için. Acaba "aklım mı dağınık, konsantre mi olamıyorum?" diye düşünmedim değil ama çok geç artık.
Şimdiye kadar Virginia Woolf'un hayatının konu alındığı veya kendisinin karakter olarak bir şekilde yer aldığı işleri çok sevdim. En sevdiğim Michael Cunningham'in The Hours (Saatler) ismi kitabıydı. Cunningham'in 1999 Pulitzer Ödülü'nü kazanan bu kitabı, Mrs. Dalloway'deki karakterleri farklı bir şekilde sunuyor. Kitabın 2002 yılında çıkan, aynı isimli filmi de en beğendiğim film uyarlamalarından biri. Billi Elliott ve The Reader gibi filmlerin yönetmeni Stephen Dauldry'nin yönettiği filmin başrolünü Nicole Kidman, Meryl Streep ve Julianne Moore paylaşıyor. Hatta ben Nicole Kidman'ı ilk başta tanımamış, tanımamın ardından da nasıl değiştiğine inanamamıştım. Woolf'un yazdığı Mrs. Dalloway'i değil ama onu konu alan The Hours'u şiddetle tavsiye ederim. Aşağıda da filmin trailer'ını izleyebilirsiniz.
No comments:
Post a Comment