Kitap Eleştiri: Albaya Mektup Yok - Gabriel Garcia Marquez

7.03.2011


Bugün Latin Amerika'nın ve dünyanın en büyük yazarlarından biri sayılan Gabriel Garcia Marquez'in `büyülü gerçekçilik' diye nitelenen yapıtlarından bir örnek daha sunuyoruz: Albaya Mektup Yazan Kimse Yok adlı bu uzun öyküdeki emekli albay, bir türlü gelmeyen emekli aylığını her cuma günü karısı ve horozuyla birlikte bekler. Bu öykünün de ana teması, her zaman olduğu gibi, yalnızlık'tır. "Yazmaya bir imgeyle başlarım her zaman," diyor Garcia Mrquez. "İmge, gerçeğe ulaşmanın aracıdır ve yaratmanın kaynağı, son çözümlemede, gerçekliktir her zaman." `İmge' Garcia Mrquez'in nasıl hareket noktasıysa, `yalnızlık'da yarattığı gerçekliktir her zaman. Daha önce başka kısa öyküleriyle birlikte sunduğumuz bu uzun öyküyü, bütün dünya dillerinde olduğu gibi bağımsız bir kitap olarak basmayı uygun gördük.
Marquez'e olan hayranlığım 11 yıl öncesine dayanıyor. Lise ikideydim, edebiyat dersinde listemizde Kırmızı Pazartesi diye bir kitap vardı. Normalde kocaman kocaman kitaplar okuturlar ya, o yüzden Kırmızı Pazartesi pek bir hafif geldi bana. O zaman iki durumdan şüphelendim: 1) Kitap çok kazık ve anlaşılmaz çıkacak, sınavda çakacaz; 2) O kadar şahane bir kitap ki fazla sayfaya gerek yok. Tabii ki şüphelerimin ikincisi doğru çıktı ve sonrasında Marquez'in yazdığı tüm kitapları okudum; çocukların nefes almadan dondurma yedikleri gibi ben de onun kitaplarının içine düştüm ve kendimi kaybettim...

Eleştiri yazayım derken biyografim gibi başladı bu yazı ama elimde değil. Öyle böyle değil yani çok seviyorum Marquez'i. Hele ki havalar ısınmaya başlayınca hangisi olursa olsun mutlaka bir Marquez okumak gerekir. Çünkü o, gerek roman olsun, gerek öykü olsun, hiçbirinde yarı yolda bırakmaz insanı. Bir yandan gülersiniz, bir yandan içiniz cız eder. Ki Albaya Mektup Yok'ta da öyle oluyor.

Bu öykü Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık ve Benim Hüzünlü Orospularım romanlarının geçtiği zamanda, Bin Günlük Savaş sırasında geçiyor. Kitabın ana karakterlerinin isminin belirtilmemesi bile Kolombiya'da o zamanlar insan hayatının ne kadar önemsiz olduğunu gösteriyorç Albay Dede diyeceğim ben ana karaktere; öyle hayal ettim hep çünkü. Albay Dede 15 yıldır emekli maaşının gelmesini bekliyor; ne zaman postacı gelse süslenip püslenip maaşını almaya gidiyor ancak ona bir türlü mektup gelmiyor. Oğlunu da kaybetmiş olan Albay Dede ve karısı geçinebilecekleri kadar para bulabilmek için eşyalarını satıyor yavaş yavaş ancak bir süre sonra ellerinde değerli bir şey de kalmıyor.

Karısı oğullarından kalan tek şey olan horozu satmasını teklif ediyor Albay Dede'ye. Kendisi oldukça gururlu bir adam olduğu için sevmiyor bu tür şeyleri ama yapmaya mecbur tabii. Daha sonra da oğlunun arkadaşları horozu kavgaya sokmasını teklif ediyor. Kitapta o zamanlarda her şeyin sansürlenmesine, halkın çoğunun Albay Dede ve karısının durumunda olmasına odaklanıyor. O zamanlarda hayatta olanlar için hiç iyi günler değildir tabii bunlar ancak Marquez'in anlatımının büyüsüyle insanın gidesi, göresi geliyor.

Ben şahsen bu kitabı sıcak bir günde, mıyışık bir şekilde okuyup sonradan gülümseyerek mışıl mışıl uyumanızı tavsiye ediyorum. Ve Albay Dede'nin yanaklarını mıncıklamak isteyeceğinizin garantisini veriyorum.

2 comments:

Blog Design by Nudge Media Design | Powered by Blogger

Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivs 3.0 Unported License.
Header'ımı sevgili kardeşim Jaffar yaptı.