Kitapçılarda karşılaşıyordum hep Özlü'yle. Ama sonra başka şeylere dalıp, onu unutup çıkıyordum. Sonunda bir arkadaşım sayesinde geçti gelime ve iyi ki de geçti. Kendisinden hiç bir şey beklemediğim halde bana çok şey veren bir yazar oldu.
Tezer Özlü, kendi anılarını anlatırken beni de geriye götürdü. 07.45 vapurunda içerde yer bulamayıp, kafamda bere, boynumda atkı, eldivenlerim yüzünden sayfaları çevirmekte zorlanarak başladım okumaya. Belki de bundan daha iyi hissetmişimdir çocukluğun ne soğuk olduğunu; orasını bilemiyorum. Farklı zamanlarda, farklı evlerde, farklı şartlarda büyümüşüz ama bakın, ikimizin de babaları ders çalışmakla ilgili aynı öğüdü vermiş:
1. Işık soldan gelmeli.
2. Kitap gözünüzden 30-45 cm uzaklıkta durmalı,
3. Çalışma biter bitmez ışıklar kapatılmalı...
Özellikle gri İstanbul'u ne güzel anlatmış Özlü. Gitmeme izin vermeyen, kaldığımda ise canıma okumak için elinden geleni yapan bu gıcık şehirde kitabın ardından Beşiktaş'tan Emirgan'a yürüyesim geldi. Herkese günaydın diyesim, bir yandan simit yiyesim, bulutların ne şekil aldığını inceleyesim, hatta ayağımı sahilden suya bir sokuverip nasıl bir his olduğunu hatırlayasım geldi. Vıcık vıcık oldukları için hiç sevmediğim yaz aylarını özledim. Anneannemin gözlemelerini, çaybahçelerinin acı çayını özledim.
Tezer Özlü'nün diğer kitaplarını da yalayıp yutacağım muhakkak. Mümkün olursa eğer yağmurlu bir havada, yorganın altında, başucumda bir bardak ıhlamurla...
No comments:
Post a Comment