Tiffany'de Kahvaltı'dan haberi olmayan birisi yoktur herhalde. Ancak çoğu insan büyük ihtimalle Audrey Hepburn'ün Holly Golightly'yi canlandırdığı filmini izleyip, "tamamdır Capote, aferin" deyip geçmiştir. Geçmeseniz, okusanız keşke çünkü kitap filmden daha farklı; hem sonu farklı, hem de karakterleri.
Yıllar önce kitabı ilk kez okuduğumda bu kitabın Capote'nin gerçek hayatta başına gelenlerin birebir yansıması olduğuna inanmıştım. Bir kaç ay önce tekrar okuduğumda da aynı şeyi hissettim. Kitabı ilk okuduğumda, Holly'nin "Fred" ismiyle seslenmekte ısrar ettiği anlatıcımızın ona aşık olduğunu düşünmüştüm. Ancak bu sefer Holly'ye hayranmış, bazı yönlerden onun gibi olmayı diliyormuş, o özgür havası kendisinde de olsun istiyormuş gibi geldi.
Böyle değişik karakterlere ek olarak arka fonda da Manhattan olunca hikaye daha bir büyülü oluyor tabii. Ancak bu kitabı sevmemin başlıca nedeni, hata yaptığınızda, bir şeyleri mahvettiğinizi düşündüğünüzde, farklı olduğunuzu ve uyum sağlayamadığınızı hissettiğinizde yalnız olmadığınızı göstermesi. Capote, hikayenin sonunu da bize bırakmış: Holly'nin sonunun ne olduğunu, evine adam gibi mobilya alıp almadığını, kedisine "kedi" dışında bir isim verip vermediğini bilmiyoruz. Holly, onu nerede görüyorsak orada.
P.S. Kitabın bu edisyonunun en sevdiğim yanı, Capote'nin üç tane kısa öyküsünü de barındırması oldu. Capote, gerçekten hayatın güzelliğini ve trajedisini cam gibi gösterebilen, kağıda aktardığı her kelimeyi hissettirebilen bir yazar. Tiffany'de Kahvaltı ve Soğukkanlılıkla kitaplarını mutlaka okuyun derim.
No comments:
Post a Comment