1976 yılında Birleşik Krallık'ı kasıp kavuran sıcak hava dalgası sırasında özellikle Haziran ve Temmuz aylarında sıcaklığın 36 derece ve üzerine çıktığı ve öyle uzun süre kaldığı olmuş. 1975'in yaz ve sonbaharında, aynı zamanda da 76'nın kış aylarında inanılmaz bir kuraklık varmış. Öyle ki, Birleşik Krallık'ın bazı bölgelerine hiç ama hiç yağmur yağmamış. Bunun sonucu olarak pek çok orman yangını çıkmış, ekinler kuruyup çöp olunca yiyecek fiyatları inanılmaz yükselmiş.* He bir de Riorden ailesinin reyisi gazete almaya gitmiş. Gidiş o gidiş... İşte hikayemiz de burada başlıyor.
Instructions for a Heatwave (sıcak hava dalgasına yönelik talimatlar), İrlandalı yazar Maggie O'Farrell'ın altıncı romanı. Ben yazarı ilk defa duymuş olsam da Google aramamın sonuçlarında gördüğüm kadarıyla bazı kitapları Turkuvaz Kitap tarafından dilimize kazandırılmış (idefix'te "tükendi" gözüküyorlar gerçi). Baştan şunu söyleyeyim: O'Farrell'ın diğer kitaplarını da okumak için sabırsızlanıyorum.
Konuya gelince... Beni çok sarmadığını söyleyebilirim açıkçası. Tek cümleyle şöyle özetleyebilirim mesela: yukarıda anlattığım dönemde geçen, bir anne ve çocuklarının ortadan kaybolan babayı bulma hikayeleri. Anne Gretta Riorden, İrlanda'da doğmuş, büyümüş, koyu Katolik olmakla birlikte oldukça renkli bir karaktere sahip, sürekli yüksek sesle konuşan, hatta cansız objelerle bile muhabbet eden bir kadın. Üç kardeşten en büyükleri ağabey Michael Francis. Sonra Monica var. Ve her ikisinden de çok sonra aileye katılan, en küçük kardeş Aofie (Eva isminin İrlanda versiyonuymuş bu; nasıl telaffuz edildiği hakkında hiç bir fikrim yok).
Aileyle tanıştığımızda Michael Francis eşi ve iki çocuğuyla ailesine yakın bir yerde yaşıyor, öğretmenlik yapıyor. Monica, ilk kocasından ayrılmış, ikincisiyle evli, adamın ilk karısından olan çocuklarına kendisini sevdirmeye çalışıyor. Aofie ise Londra'yı terk edip New York'a taşınmış; orada ünlü bir fotoğrafçının asistanı olarak çalışıyor. Aofie'nin şöyle de bir durumu var: okumayı bilmediğini herkesten saklıyor. Babaları Robert Riorden bir gün gazete almak için evden çıkıp dönmediğinde aile onu bulabilmek için yıllar sonra yeniden bir araya geliyor. Kulağa biraz bayık geliyor, değil mi? Demin de söylediğim gibi, beni de sarmadı aslında...
Peki neden kitabı fırlatıp atmadın da sonuna kadar okudun derseniz...
O'Farrell, ayrıntı seven bir yazar. Ancak çoğu yazar gibi sırf "işte burası da böyle bir yerdi" demek için değil, mekanı yarattığı kadar karakterler hakkında da pek çok ipucu vermek için kullanıyor onları. Mesela, Gretta'nın uzun süre önce sıkılıp kenara attığı el işlerini yeniden ortaya çıkarmasından, Monica'nın aklının ortada bir sebep yokmuş gibi gözükürken sürekli kız kardeşi Aofie'ye gitmesinden, Michael Francis'in Monica'yı rahat bıraktığı için annesine sinirlenmesinden hem karakterlerin neler hissettiklerini, bir sonraki hareketlerinin ne olabileceğini, hem de aralarındaki dinamikleri çok ama çok iyi anlayabiliyor, hatta hissedebiliyorsunuz. Mesela O'Farrell, evden ayrılana kadar aynı odayı paylaşan kardeşler Monica ve Aofie arasındaki bağı şöyle anlatmış:
If you sleep near someone, night in, night out, breathing each other's air, it is as if your dreams, your unconscious lives become entangled, the circuits of your minds running close to each other, exchanging information without speech.
Yani; "Eğer biriyle her gece aynı odada yatarsanız, birbirinizin havasını solursanız, rüyalarınız ve bilinçaltınızdaki hayatlarınız birbirine geçer, beyninizin devreleri yakın gider ve sözlere gerek duymadan bilgi alışverişi yapabilir." Ve ben bunun doğru olduğunu küçükken kız kardeşi ile aynı odayı paylaşmış biri olarak biliyorum. Okurken de bir an durup, "evet yaaaa!" derken buldum kendimi. O'Farrell aynı zamanda geçmiş ve gelecek arasında o kadar başarılı bir şekilde gidip gelmiş ki zamanın geriye sardığını hissetmiyorsunuz ve bugünün ortasında yıllar öncesine atlamış olması garip gelmiyor. Hatta çoğu zaman mevcut durumla ilgili pek çok gerçeği ve sırrı ortaya çıkarıyor.
Kitabın sonuna geldiğimde kafamda hala bazı sorular da vardı bu arada. Baba, mesela, neden o gün ve o anı, kimseye haber vermeden gitmeyi tercih etti? En büyük sorum bu ve cevabın kitabın içerisinde olmadığını düşünüyorum. Bir yerde "bu sıcak insana acayip şeyler yaptırabilir" gibi bir cümle vardı. Bu mudur yani? Sıcak başına vurdu diye mi? Bu açıklanmayacağı için mi hikaye Birleşik Krallık'ın en sıcak günlerinde geçiyor? Bu cevapların havada kalması da biraz hoşuma gitti açıkçası. Eminim arada sırada bu kitabı hatırladıkça "niye o gün, o an, haber vermeden gitti Robert?" diye düşünürken bulacağım kendimi.
No comments:
Post a Comment